Açıkçası Valencia yarışı için bu kadar beklememin nedenini, Ankara’dan İstanbul’a taşınmama bağlamak çok kolayıma geldi. Çünkü yarış hakkında yazmayı hiç canım istemedi. Erteledikçe yarış sanki daha da sıkıcı hale geldi. Ben de durumu biraz kurtarayım diye yarışla birlikte bu hafta yaşananları da yazayım istedim. Tek başına Avrupa GP’sine ayıracak gücü bulamamaktan korktum. Zaten yazacak ve anlatacak da pek bir şey yoktu, kılıfını da hazırladığım minareyi, yüksek huzurlarınızda çalmaya başlayayım.
Her ne kadar Valencia diyip dursam da aslında Avrupa GP’si olan, sezonun 8. yarışından sonra sanırım artık kimin şampiyon olacağını hepimiz biliyoruz. 77 puanlık farkın bu form düzeyiyle erimesi mümkün değil. Jenson Button’ın şampiyon olduğu 2009 sezonunda Button’ın avantajı Türkiye GP’sinden sonra 26 puandı. Her iki sezondaki farklı puanlama yöntemleri sebebiyle, bu farkları yarış galibiyeti cinsine çevirirsek, Vettel’in 3 yarışlık, Button’ın ise 2,6 yarışlık avantajı olduğunu görüyoruz. Kaldı ki o sezon Button, şampiyonanın ikinci bölümünde neredeyse hiç geliştirilemeyen ve Red Bull’un arkasında ikinci giden bir araçla yarıştı. Bu sezon Red Bull’un avantajını kaybetmesi pek öyle mümkün görünmüyor. Biraz sonra bahsedeceğim ayrıntılara bakarsak, bu yasaklardan daha avantajlı bile çıkabilir. Dolayısıyla Vettel şu anda o gümüşî kupaya çoktan uzanmış durumda. Elindeki avantaj öyle böyle değil. Tutarlılığını da eklersek, izleyenler olarak 2012′ye odaklanmaya başlamamızı öneririm.
Avrupa GP’sinde bu sezon ilk kez en hızlı turu da atan Vettel’in, Grand Slam yapmasına, sadece 1 tur lider giderek limon sıkan Massa engel oldu. Salt bu bilgi bile Vettel’in geçen hafta sonunu ne kadar domine ettiğinin bir kanıtı. Artık lastiklerin de gittikçe oturması ya da takımların stratejilerinin birbirine yakınsaması sebebiyle de olabilir, yarışlardaki heyecan katsayısı da artarak düşmeye meylediyor gibi geliyor. Valencia denen döküntü pistin özelliğini de bu denkleme katmak gerek, ama önümüzdeki yarışlarda, Malezya’nın ya da Kanada’nın etkisini görmek biraz daha zorlaşabilir. Sezonun başlarında, 10 turdan fazla gitmeyen yumuşak lastikler artık çok daha fazla dayanabiliyor. Takımlar ve sürücüler, lastikleri nasıl kullanmaları gerektiğini öğrenmeye başladılar. Sadece bu da değil, artık yarış stratejileri de az çok tahmin edilmeye başlandı. Sıralama turlarında yapabiliyorsan bir set lastik sakla, yarışa başladıktan sonra 10-12 turda ilk pite girmeye çalışıp önündeki geçmeye çabala, lastiklerini koru, sağa dön, lastiklerini koru, sola dön, lastiklerini koru, pite gir.
Dediğim gibi, Valencia pistinin de bunda etkisi var. Pirelli’nin, daha önce açıkladığı lastikler yerine orta sertlikteki lastiği getirmesinin de etkisi olabilir. Göreceğiz. Silverstone’da yine arada bir lastik boş bırakma stratejisine dönüyor Pirelli. Ferrari’nin, “Sert lastiklerle biz yavaşlarız,” diye aba altından sopa göstermesini de sallamayarak gözümde çok büyüdüler. Sert-yumuşak lastikler Ferrari için kâbus olabilir. Silverstone’un değişen çehresiyle ve pit düzlüğüyle yapılacak bu ilk yarışta elde edilecek sonuç, hem şampiyonun hem de diğer takımların geleceği hakkında da bize çok önemli bilgiler verecek. Biliyorsunuz Avrupa GP’sinde öncelikle, sıralama turlarında kullanılan ama yarış için motorlara aşırı yükleme yaptığı için değiştirilen “agresif” yarış modlarının önüne geçmek için, sıralama turlarıyla yarış arasında motor haritası değiştirilmesi yasaklandı. Daha önce takımlar ne yapıyorlardı? Sıralama turlarına çıktıklarında, özellikle Q3′te, motorun ateşleme zamanlarını, yakıt oranlarını en yüksek performansa göre ayarlıyorlar, böylece egzoz beslemeli difüzörlerini, gaz kesme anlarında daha çok hava+yakıt karışımıyla besleyebiliyorlardı. Bu da onlara fazlaca yere tutunma kazandırıyordu. Bunun adına da daha önce “hot blowing” demiştik. Sıcak üfleme. Sıcak besleme. Canlı besleme. Canlı üfleme. Artık hangisini kabul ederseniz.
Bu sistemin yasaklanmasının sebebini, pek sayın Charlie Whiting, “Ne agresif modlar vardı içinde motor yok, ne motorlar vardı içinde mod yok, bir görseniz, bunu engellemek durumunda kaldık,” olarak verdi. Tabii, engellemek istedikleri şey aşırı harcamalardı, ama bana kalırsa Red Bull’un avantajını ortadan kaldırmak için yapılan sezon ortası ayarından başka bir şey değildi. Cuma günü antrenmanlarından sonra Christian Horner’ın, “Hot blowing’i denedik, ama aracı çok ısıttığı için vazgeçtik, uygulamadık,” demeci, sanırım tüm takımlarda soğuk duş etkisi yapmıştır. Herkes, Red Bull’un sıralama turu avantajının bu “hot blowing” ve sıralama turu özel modu olduğunu sanıyordu. Kappak. Horner’ın dedikleri doğruysa, ki adamın yalan söylemediğini çok rahat bir şekilde görebiliyoruz, o zaman İngiltere GP’sinde geçerli olmaya başlayacak olan bu “blowing” yasakları Red Bull’u, diğerlerinden daha az etkileyecek. McLaren ve Ferrari’nin bu sistemi uyguladığı biliniyor. Görünüşe göre Red Bull, sadece “cold blowing” kullanıyormuş (yani ateşleme ânında yaktı yakıp gazın ısısını ve enerjisini artırmıyor, sadece hava basıyor boş hava). Soğuk üfleme. Soğuk besleme. Pasif besleme. Bu “hot” “cold” ayrımını kafada canlandırmak için şöyle bir örnek verebilirim. Hani sirklerde ağzından benzin atıp bombastik alevler çıkaran adamlar var ya, işte onlar “hot blowing” yapıyorlar. Çocukken oynadığımız külah atma oyununda da biz “cold blowing” yapıyorduk. Evet. .
Silverstone’da artık acayip motor seslerini duymayacağız. Seneye de tüm bu egzoz beslemeli difüzör meselesi kalkıyor. Bu sene yasak değil, takımlar hâlâ beslemeli difüzörleri kullanacaklar. Durum Red Bull açısından böyle olunca, McLaren ve Ferrari çok daha geriye gidebilirler. E bu da her şeyin üzerinde tüy dikmek anlamına geliyor. Webber’in de şu an için Vettel’i zorlayacak bir yanı yok ki takım, bu yıl Webber’in Vettel’den puan çalmasına pek izin vermezmiş gibi geliyor. Vettel’in avantajı, her yarışta yarıştığı kişilerin değişiyor olması sebebiyle gittikçe artıyor. İspanya’da Hamilton, Monaco’da Alonso, Kanada’da Button ve Valencia’da da Webber, Vettel’in rakipleriydi. E böyle olunca Vettel’in 2. olanla arası da her yarışta açılıyor zira her hafta ikinci değişiyor. Herkes birbirinden puan çalınca da Vettel elini kolunu sallaya sallaya ilerleyebiliyor. İngiltere’den sonraki resim netleştiğinde, Red Bull eski yerini kaybetmemişse, artık takımların da 2012′yi daha çok düşünebileceklerini öngörebiliriz. 2011′i tamamen bırakmak hiçbirinin işine gelmez zira hem bu yılki yere göre kazanılacak dolarcıklar hem de önümüzdeki yıl kuralların neredeyse hiç değişmemesiyle bu yılki araçlarda yapılan her yenileştirme çalışmasının gelecek yıla aktarılabilecek olması, böyle bir lüksü gündeme getirmiyor. Zaten Ferrari ve McLaren de bunu yapabilecek takımlar değil. Sponsorlar var, prestij var, şu var bu var. Hoş, 2009 sezonunda Ferrari bunu yapmıştı, ama o sezon biraz istisnaydı. İkincilik mücadelesi sonuna kadar devam edecektir.
Hafta içindeki gelişmelerden bana göre en önemlisi, Red Bull’un genç sürücü yetiştirme programının Vettel’den sonraki en önemli meyvesi gibi görünen Daniel Ricciardo’nun, İngiltere GP’si ile birlikte HRT’de yarışmaya başlayacak olması. Bu sezon Liuzzi’nin oldukça gerisinde kalan Karthikeyan, bu yıl ilk kez yapılacak olan Hindistan GP’sinde koltuğuna dönecek olmasına rağmen, sezon sonuna kadar yedek kulübesinde oturacak. Belli ki Red Bull, Toro Rosso sürücülerinin şu andaki yüksek performanslarını görüp onların moralini bozmak istememiş ve fazladan dolarlarını, paraya ihtiyacı olan HRT’ye aktararak Narain’in koltuğunu satın almış. Böylece gridde Red Bull ve Toro Rosso’dan sonra yeni bir “Red Bull moneyed” takımı oldu. Sezon içi testlerinin olmadığı bir dönemde Red Bull’un bu hamlesi elbette çok kritik ve önemli. Yasal da. Ricciardo’nun, Toro Rosso’daki sürücülerin gölgesi olduğunu ve iyi performans göstermesi hâlinde Webber’in bile yerini alabileceğini herkes biliyor. Dolayısıyla yarım sezonluk HRT macerası, hem iyi bir referans noktası olan Liuzzi’ye göre Ricciardo’nun sürüş yeteneğini ortaya çıkarabilir hem de Daniel’in, yarış hafta sonuna hazırlanma, yarışma deneyimlerini artırabilir. Tur başına 6 saniye yavaş olan bir araçta kimse ondan mucize beklemeyecektir elbette. Webber’in, Alonso’nun Minardi’de, Schumacher’in Jordan’da, Senna’nın Toleman’da ya da Vettel’in Toro Rosso’da yaptıklarını yapabilmesi imkânsız, ancak yine de takım arkadaşını geçmesi önemli bir eşik. Ben çok heyecanlandım. Geçen sezonun son yarışı Abu Dhabi’den sonra yapılan genç sürücü testinde müthiş derecelere imza atmıştı Ricciardo. Dolayısıyla hem Liuzzi için hem HRT için hem Red Bull için hem Ricciardo için hem de bizim için iyi bir gelişme. Win win win win win durumu. Avustralyalılar için de tabii.
Bunun dışında kendime bir takım listesi yaptım sıkıntıdan. 2012′de kimi nerede görmek istiyorum diye düşündüm, ortaya şöyle bir şey çıktı. Sizin de varsa böyle bir rüya takımınız, okumak isterim. Benimki şöyle:
- Red Bull // Sebastian Vettel – Daniel Ricciardo
- Ferrari // Fernando Alonso – Jenson Button
- McLaren // Lewis Hamilton – Kamui Kobayashi
- Mercedes // Nico Rosberg – Michael Schumacher
- Renault // Robert Kubica (Felipe Massa) – Mark Webber
Ali Ünal
http://www.ali-unal.net/f1/
Bir yanıt yazın