Ferrari uzun süre şampiyon olamama durumu ile ilk kez karşılaşmıyor. 90’ların ilk yarısına gidelim. Ferrari bu dönemden çok daha kötü bir dönem geçiriyor o dönemlerde . O dönemleri inceleyelim ve Ferrari’nin bu kötü durumdan nasıl kurtulduğuna bir göz atalım.
1990’ların başında Ferrari tek kelimeyle berbat bir haldeydi. Takım ne yapacağını bilemiyor ve makus talihini bir türlü yenemiyordu. 1950,60 ve 70’lerde şampiyonluklar kazanılmıştı. Ancak takım 1979 yılında Jody Scheckter ile kazandığı şampiyonluktan itibaren şampiyonluk yüzü görmemişti. Son takımlar şampiyonluğu ise 1983 yılında kazanılmıştı. Takımın üzerinde tek kelimeyle kara bulutlar dolaşıyordu. Öyle ki 1990 ve 1991 yıllarında Profesör lakaplı şampiyon pilot Alain Prost bile Ferrari’ye şampiyonluğu kazandıramadı . Fransız pilot 1991 yılının sonunda takımdan kovulurken verdiği demeçte , Ferrari’nin bu yapı içerisinde asla şampiyon olamayacağını söylüyordu.
1992 yılına gelindiğinde Ferrari’nin başkanı Luca Di Montezemolo ne yapacağını bilmiyordu. Takımı saplanmış olduğu bu bataktan nasıl çıkaracağını kara kara düşünürken Bernie Ecclestone’dan kendisine yol göstermesini ve akıl vermesini istedi. Bernie Ecclestone’un iş alanına giren herkes ile alakalı derin bilgisi vardı ve tabiki de Ferrari’ye ondan iyi kimse yol gösteremezdi. Bernie bu teklif karşısında Luca’ya Jean Todt adında Fransız bir takım patronunu önerdi. Jean Todt 1992 yılına kadar olan süreçte Peugeot takımı ile hem WRC’de hem de Le Mans 24 saat yarışlarında çeşitli başarılara imza atmış oldukça başarılı bir takım patronuydu. 11 yıllık macerası sonunda Peugeot takımını F1’e girmeye bir türlü ikna edemeyen Jean Todt farklı bir şeyler yapmak istiyordu ve bu teklif onun için biçilmiş kaftandı. Böylelikle Ferrari ve Todt birlikteliği başlamış oluyordu.
1993 yılınının Temmuz ayında Maranello’ya yerleşen Todt’un belki de kariyerindeki en büyük sınavı başlamış oluyordu. Fransız biri olarak bir İtalyan takımına gelmişti ve beklentiler oldukça yüksekti. O buraya takımı tekrar eski haline döndürmek için getirilmişti. Jean Todt bu konuda şöyle diyor
“Otomobil aşkım yüzünden risk almayı kabul ettim. Herkesin benden memnun olduğu bir firmadaki gayet iyi bir işi geride bıraktım. Ama yarışları seviyorsanız, rekabetin sembolünün Ferrari olduğunu bilirsiniz. Bu takımın patronu olmak, aslında girişebileceğim en büyük mücadeleydi. Zor olacağını biliyordum, ama bu kadar da zor olacağını tahmin etmemiştim. Ferrari’nin tesislerine girdiğim anda, aslında her şeyin hasarlı olduğunu gördüm”.Fransız , takıma daha ilk geldiğinde büyük bir şok yaşadı. Yarış takımı ikiye bölünmüştü . Ferrari 1991 yılında John Barnard’ı tekrar takımın teknik patronluğa getirmişti. İngiliz mühendisin namı o kadar büyüktü ki , tasarımlarını İngiltere’de yapmasına izin verilmişti. Barnard şasileri İngilterede tasarlıyor ve motorla birleştirilmesi için Marenolla’ya gönderiyordu.Takımın departmanlarında ise liderliğin eksikliği hissediliyordu. Bu durum bir jinekoloğun 1500 km öteden telefon yardımıyla doğum yaptırtmasına benziyor.
Todt’un takıma gelmesinden sonraki ilk hedefi öncelikle 1994 senesinde bir yarış kazanmaktı. Benetton-Ford ve Williams-Renault takımlarının gridi domine etmesiyle birlikte bu hedefin ne kadar zor olduğu açıktı. Todt hedefine daha ilk senesinden ulaşmayı başarıyordu. Gerhard Berger’in 1994 Almanya GP’sini kazanması ile beraber Ferrari büyük bir başarısızlık serisine de son veriyordu. Ferrari 1990 İspanya GP’sinden tam 59 yarış ve 4 sezon sonra ilk defa bir yarış kazanıyordu. Bu yarış galibiyeti ve gelen iyi sonuçlarla beraber Ferrari sezonu 3. sırada tamamlayacaktı. Bir sonraki sezon 95 yılında sezonu tekrar bir galibiyet ile kapatan Ferrari ve Todt hedef büyütmenin zamanının geldiğinin farkındaydı. Bunun üzerine yapılan ilk hamle son 2 yılın dünya şampiyonu pilotu Schumacher’i takıma katmaktı. Ancak 26 yaşındaki Alman pilotun Ferrari’nin teklifini kabul edip etmeyeceği merak konusuydu. Todt son 2 senedir onu dikkatli bir şekilde izliyordu ve ona bu teklifi kabul ettirmek için güçlü argümanlara sahipti. Schumacher’in etrafında şekillendirilmeye müsait bir takım oluşturulacaktı. Schumi bu teklifi kabul ediyor ve yeni bir birliktelik başlıyordu.
1996 yılında Schumacher’in takıma birinci pilot olarak gelmesiyle beraber ikinci pilot olmayı kabul edecek ve bu durumda sorun çıkartmayacak bir pilot lazımdı artık Ferrari’ye . Eddie Irvine bunun için biçilmiş bir kaftan gibiydi. Kendiyle barışık, Schumacher’den bir şeyler öğrenmek için istekli ve yeterince de yetenekli bir pilottu. Eddie Irvine Schumi’nin yeteneklerinin düşündüğünden daha da kuvvetli olduğunu sezonun 3. yarışında anlıyordu. Eddie Arjantin GP’si sıralama turlarında 10. sırada kalırken Schumacher’in ilk çizgide olduğunu gördükten sonra şaşkınlığını gizleyemedi. John Barnard’ın tasarladığı F310 sürülmesi çok zor bir araçtı . Hava girişi yanlış tasarlanmıştı ve pilotlar düzlüklerde bile boyunlarını sağa sola yaslamak zorundaydılar. Bunu yapmazlarsa motora istenilen kadar hava gitmiyor ve motor arızaları baş gösteriyordu. Bu sorunlu araçla Schumi ve Ferrari 96 sezonunda 4 pole pozisyonu ve 3 yarış galibiyeti kazanıyordu. Schumacher ilk sezonunda kendisini yeteri kadar kanıtlamıştı.
İyi bir takım patronu ve iyi pilotlar ile birlikte Ferrari yavaş yavaş eski günlerine dönme sinyalleri veriyordu. Ancak buna rağmen Schumacher durumdan memnun değildi. Takımın teknik departmanında büyük sorunların olduğunu düşünüyordu . Schumacher bunun akabininde Ross Brawn’ı kandırıyor ve takıma dahil olmasını sağlıyordu. Ayrıca sadece Brawn kandırılmakla kalmıyor kaliteli bir mühendis olan Benetton baş tasarımcısı Rory Byrne’de emeklilik kararından vazgeçirilip takıma dahil ediliyordu. Böylelikle yarış takımı İngiltere ile olan bağını tamamen koparttı ve teknik anlamdaki devrim başlatılmış oldu.
Böylelikle yapbozun bütün parçaları yerine oturtulmuş oluyordu. Brawn ve Byrne sezon sonuna kadar takımlarından ayrılamadıkları için 1997 yılının aracında pek bir etkileri olmadı. Ancak 1998 yılından itibaren üretilen araçlardaki etkileri gözle görülür bir şekilde başlamış oldu. Brawn Todt ve Schumi 3’lüsü arasında büyük bir güven anlaşması vardı adeta. Takım patronu, teknik direktörüne %100 destek veriyor ve her yaptığı işin arkasında duruyordu. Bu da beklenen başarıyı 1999 yılında getiriyordu. Takım 16 sene sonra ilk takımlar şampiyonluğuna imza atıyordu. Schumacher 99 İngiltere GP’sinde kaza yaparak sezona ara vermiş olmasaydı pilotlar şampiyonluğunun kazanılması da işten bile değildi. 2000 yılında takıma Brezilyalı pilot Barrichello’nun da katılması ile birlikte Ferrari yenilmez bir armada oluşturdu. Bu noktada motor departmanının başındaki isim Paolo Martinelliyi de es geçmemek gerekiyor. Güçlü ve oldukça dayanıklı motorların üretilmesini sağlayarak bu başarıdaki büyük etkenlerden biride o olmuştu. 1994 yılında göreve gelip takımın V12 motorlardan V10 motorlara sorunsuz bir şekilde geçmesini sağlayan İtalyan mühendisin başarıdaki payı yadsınamayacak derecede büyük.
Jean Todt gelmeden önceki Ferrari ile Jean Todt geldikten sonraki Ferrari Dönemi
Bu kadro Ferrari’nin 2000-2004 yılları arasında kazandığı şampiyonlukların baş mimarıydı. Takım bu süreçte 5 takımlar 5 de pilotlar şampiyonluğuna imza atıyordu. Ferrari bu sportif başarısını , masa başına da taşıyarak oldukça üstün bir dönem yaşıyordu. Ferrari tek kelimeyle F1’i domine eder hale gelmişti.
Ferrari’de her şey sorunsuz bir şekilde kuralına göre oynanıyordu. Jean Todt mükemmel bir takım patronuydu. Takımı oldukça iyi yönetiyor ve ekip arkadaşlarına gerekli desteği vererek onları müthiş bir şekilde koordine ediyordu. Ross Brawn çok başarılı bir teknik patrondu. Araç ile ilgili son sözleri ve kararları hep o veriyordu. Aynı zamanda Schumacher’e yarışlarda müthiş stratejiler ile yarış galibiyetleri getiren bir teknik patrondu. Yarış hafta sonları verileri sonuna kadar analiz edip hep en doğru kararları vermeyi başarıyordu. Sonradan normal karşılanacak stratejilere hızlı bir şekilde karar vermesiyle beraber Ferrari’ye sayısız yarış zaferleri kazandırmış bir teknik patrondu Ross Brawn. Rory Byrne utangaç Güney Afrikalı; aslında takımdaki en önemli deha. Tasarlamış olduğu araçlar ile Ferrari’nin uzun yıllar egemenliğini sürdürmesini sağlayan bir teknik deha. Paolo Martinelli güçlü ve kuvvetli motorların yaratıcısı. Onun tasarladığı taş gibi motorlara sahip olan Ferrari takımı o dönemde çok az dayanıklılık sorunu yaşayarak , şampiyonluklara ulaşmayı başarıyordu. Ve müthiş bir pilot ; Michael Schumacher. Gecesini gündüzüne katarak , kılı kırk yararak çalışan bir pilot. Aracı geliştirmek için Maranello’da yatıp kalkan bir pilot. Böyle bir kadro ile başarının gelmesi hiçte şaşırtıcı değil.
Ferrarinin başarılı günlerinden bir kare . 2002 Fransa GP’si.
Peki Ferrari’nin o dönemde bu kadar baskın olmasının nedenleri neydi . Bu nedenler, bu isimlerin mükemmel bir şekilde uyum sağlaması , harcama kısıtlamalarının olmaması, sezon içi testlerin yasal olması , teknik imtiyazlara sahip olmak şeklinde sıralanabilir. Ferrari Mugello ve Fiorano test pistlerine sahip bir takım . O dönemlerde Ferrari istediği kadar test yapabiliyordu . Sürekli olarak test yapan Ferrari sezon içi gelişim yarışında rakiplerine oranla bir adım önde oluyor ve aracı çok hızlı bir şekilde geliştirebiliyordu. Öyle ki Ferrari aracın ıslak zemin performansını artırabilmek için piste tanker ile su getirtip pisti ıslayarak test yapabilen bir takımdı. Gelişime tomarla para harcıyordu Ferrari o dönemde. Teknik departman ve motor departmanı arasında büyük bir koordinasyon vardı. Komplike ve gelişime müsait araçlar üretilebiliyordu. Kısacası Ferrari’de başarı için herşey yerindeydi. Para , kaynak , teknik ekip , patron, pilot, politika.
Jean Todt ve Ross Brawn bir gün emekliye ayrılacaklarının farkındaydı. Bunun üzerine ileriki dönemlerde kendileri olmasalar dahi işleyişin aynı şekilde olacağı bir sistem kurmaya çalıştılar. Takım patronluğu ve teknik ekip için gerekli mühendisleri yetiştirdiler. Evet bir gün bu isimler takımdan gideceklerdi ancak bu gidiş sistemin temelleri tam anlamıyla atılmadan yapıldı. Ekip o kadar başarılıydı ki şampiyonluk tamamen bu 4 isimle beraber anılmaya başlandı. Luca di Montezemolo bu noktada egolarının kurbanı oldu ve takımı bir anda süpürmeye başladı. Bu etki 2006 yılında Schumacher , Ross Brawn ve Rory Byrne takımdan ayrılması ile başladı. Başlarda bu isimler yorulduk , artık bırakmak istiyoruz dediler. Ancak Brawn daha 1 sene sonra spora Honda takımı ile geri döndü, aynı şekilde Schumacher de 2010 sezonunda Mercedes GP ile spora geri dönünce bu kararların hiç de isteyerek alınmadığı belli oluyordu. Hatta ben iddiayı daha da ileri taşıyorum. 2006 İtalya GP’si sonrasında Schumi’nin açıklamalarında ne kadar üzgün olduğu gözlerinden okunuyordu. Takımdan gitmek istemiyor gibiydi. Luca di Montezemolo’nun egolarının kurbanı olan bu isimler zorla takımdan ayrılmaya zorlandılar. Ve 2006 yılının sonunda takımdan istifa ettiler. Yarış takımında yaşanan bu büyük değişikliklerin ardından Ferrari 2007 yılında Jean Todt’un ayakta durmasıyla beraber şampiyonluğa ulaşmayı başardı. 2008 yılında kazanılan markalar şampiyonluğu ile beraber Ferrari’nin bu değişikliklerden çok da etkilenmendiği düşünülüyordu. Ancak tahminler tutmayacak ve Luca Di Montezemolo’nun hesabı çarşıya uymayacaktı.
Son olarak Muhteşem 4’lünün karnesine bakacak olursak 1997 ile 2006 yılları arasında toplam 84 yarış galibiyeti,68 pole pozisyonu 6 Takımlar ve 5 pilotlar şampiyonluğu göze çarpıyor. Ferrarinin bu 10 yıllık süre zarfında kazandığı yarışlar toplam zaferlerinin %38’ini oluşturuyor. Ferrari’nin 65 yıllık F1 serüveninde kazandığı 207 pole pozisyonunun %33’ü bu dönemde kazanılırken , kazanılan 6 markalar şampiyonluğu Ferrari’nin toplam şampiyonluklarının %37,5’u ediyor. Pilotlar şampiyonluklarına baktığımızda oran %33. Ekibin çalıştığı yılları Ferrarinin toplam yarıştığı seneye oranlayınca %15 olarak karşımıza çıkıyor. Ekibin Ferrari ortalamasının ne kadar üzerinde olduğunu görmek mümkün.
Diğer yazılarda görüşmek üzere …
Samet Demirel
Bir yanıt yazın