2005 senesinde yarışları yapmaya başladık. Daha öncesinde dünya çapında geniş kitlelere ulaşan bu sporu ülkemize taşımak için çok çaba harcadık; çabanın yanında çuvalla para döktük. O tesislerin maliyeti az buz değil.
İşler harika başladı diyebiliriz. Herkes ya meraktan ya bildiğinden, ilk yarışta her yeri resmen doldurduk. Sanırım organizatörlerin ağızları kulaklarındaydı o sıralar. Yoğun da bir tanıtım vardı, ilgi çekilmişti. Ama sonrasında heyecan duruldu ve ilgi azaldı. Senelerdir üretmeye değil de tüketmeye yönelik yaşamın bize empoze edilmesi ile Formula 1’i de seneden seneye tükettik, heyecanını har vurup harman savurduk. Sonunda da -ekonomik krizin etkisi de unutulmamalı- tribünleri kapatacak vaziyete geldik. Bir keresinde Briatore, boş tribünlerin önünde yarışmak istemediklerini söylemişti, unutmamışsınızdır.
Olaya farklı yönlerden bakılabilir. Şimdi biri kalkar da İngiltere’deki yarışı 120.000 kişi izledi, Türkiye’dekini ise 60.000 derse, yarı yarıya fark “acaba” dedirtir ama İngiltere, neredeyse sporun can damarı. Enstone, Woking, Grove, Brackley, Silverstone vs… Hem takım fabrikalarının çoğu orada hem de çalışanlar arasındaki İngiliz egemenliğini kim göz ardı edebilir. Veya Monza’daki kalabalıkla bizim halkımızın spora ilgisini nasıl karşılaştırabilirsiniz. Gelelim bir de madalyonun öteki yüzüne. Bahreyn’de bize kıyasla çok mu talep vardı, veya bilet fiyatlarını bizim kadar düşüren Malezya’da, ya da Çin’de. Türkiye elbette bu sporun farkındaydı; Cine 5 – yanlış hatırlamıyorsam bir yarış da Number One TV-, NTV, CNN Türk’ten yayınlandı yarışlar, canlı olarak. Ülkede taraftarı az da olsa vardı ama Türkiye için yeni bir spordu, buna kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Yeni bir sporun da bir ülkede veya herhangi bir ortamda hemen kültür oluşturması beklenemez. Bu bir süreç meselesidir.
Sadece İstanbul veya büyük şehirlerde değil, nispeten küçük olan yerlerdeki arabaları görüyoruz: “Modifiye” adı altında aracına gözü gibi bakmalar, bebeği gibi süslemeler, otobanlarda veya şehir içinde “hız”a karşı ilgiyi gösteren hareketler… İçimizde aslında bir motor sporları sevgisi var. Buna inanıyorum. O kültürün hamuru var ama yoğrulması ve şekillendirilmesi gerekiyor.
İşte kültür dediğimiz şeyin süreçle oluşabileceğini söylemiştim ya; biz daha sürecin başındayız. Otomotiv endüstrisinde gerçekten güçlü olan Almanya’nın Schumacher öncesindeki ilgisi ne kadardı sizce? Bu kadar yoğun muydu? Bizim de motor sporlarına karşı ilgimizin artması için zaman gerek. Özümsememiz, idrak etmiş olmamız gerek.
Peki. Bu kültürün bize ne gibi bir faydası var? Kuru kuru spor mu yoksa sosyal alanda da getirisi var mı?
O konuya da şöyle değinelim. Sağımıza solumuza bakıyoruz. Her türlü özelliklere sahip, farklı ülkelerin ürettiği, farklı lüks seviyesine göre araçlar görüyoruz. Bu konuda zengin bir yelpazemiz var. Volkswagen, Peugeot, Toyota, Skoda, Lada, Tata, Kia… Ülkemizde yapılanları da var. Otomotiv, Türkiye’nin ihracatına en çok etki eden kalem. Ama biz doğrudan üreterek mi ihracat yapıyoruz? Hayır. Ana parçalar yurt dışından geliyor, bizim yan sanayimiz diğer ürünleri burada yapıyor ve genel olarak fabrikalarımızda montaj sistemi çalışıyor. Tamamıyla, %100 yerli olan bir ürün yapamaz mıyız? Hatta mesela bor ile çalışan bir araç yapıp, hem yakıtından hem de aracın kendisinden para kazanamaz mıyız? Neden olmasın… Koskoca Türkiye’nin bunu yapmaya gücü yok mu sanıyorsunuz? Otomotivde kullanılan makinelerin çoğunu sattığım için biliyorum, bizde her şey yapılır ama bunun için hem önce üreten toplum olacağız hem de sanayileşmeyi becereceğiz.
Bunları neden yazdı diyebilirsiniz. Demeyin… Siyasete girmeden ancak bu şekilde yazabildim. Bir ülkede kendi otomobilini yaratmak için, orada otomotivle ilgili kültürün oluşması, ilginin yoğunluk kazanması şart. O ilginin oluşması için öncelikle gençlere ve genç olmak üzere olan çocuklara yönelik çalışmalar yapılmalı. Ağaç yaşken eğilir; biz küçük yaştan itibaren elimizde oyuncak arabayla oynuyoruz ama devamında neden bu endüstriden uzak kalıyoruz ki? İşte bu ufakken başlayan ilgi, ilerleyen zamanda akarsuyun yatağında ilerlediği gibi yolunu bulacak ve motorlara, mekaniğe vs heves artacak. Böyle bir ortamda da motor sporları kesinlikle dışlanamaz. Küçük yaştan itibaren kulağında motor sesi olan, televizyonda otomobil yarışlarını seyreden bir çocuk veya bir genç, zamanla çocuğunu da bu sektöre yönlendirir ve nesilden nesile kültür oluşur.
Önce ilgi oluşacak, sonra pekişecek ve nihayetinde kültür halini alacak. E bu süreçte de devletin, elini taşın altına koyması gerek. Geleceği inşa etme adına bir proje gibi, bir köprü inşaatı gibi. Önce belli bir maliyetle köprüyü yap, sonra işlet ve kazanç sağla, arada bakımları aksatma…
Yukarıda da anlattığım gibi motor sporları, ülkemiz ve geleceği için çok önemli. Bu senelerde ilgi yok diye kaldırılıp çöpe atılacak projeler değil bunlar. Öncelikle zaten Formula 1 organizasyonuna ticaret kapısı olarak bakılmamalı ki bakılsa bile gelecekteki getirilerinden sadece birini yukarıda anlattım. Formula 1’in bir spordur. Ona bu şekilde bakmak gerekiyor. Sürekli olarak Olimpiyatları, Dünya Kupası’nı, Avrupa Kupası’nı ülkemize getirmeye çalışıyoruz. Elimizde uluslararası bir organizasyon var ama biz onu da elimizde tutamayacak mıyız? Bugün gider yarın gelir denebilecek durum da yok. Sırada o kadar ülke bekliyor, biri çıksa da biz girsek diye.
Bu “sporu” elimizde tutmakla yurt dışında nasıl reklamımız yapıldığını da unutmayalım. Daha en son yarışta iki Red Bull aracı çarpıştığında haftalar boyunca bu konuşuldu, sezon sonuna kadar herkes İstanbul Park’ta yaşananları tartıştı. Sadece bu sezon da değil. Belçika Spa-Francorchamps’da Hakkinen’in Schumacher’i geçişi ne zaman unutulacak. Sorarım size, hanginiz Bahreyn veya Malezya’yı yarışlar öncesinde bu kadar diline doluyordu.
Yarışların bize getirdiği diğer şey de turist. Geçen sene gelenlerin yarısı sanırım yurt dışındandı ve özellikle Rusya’dan ki Petrov’un performansı ile 2011’de sayının tavan yapmasını bekliyorum. Bu gelenlerin en az 3 gün boyunca İstanbul’da konaklaması, yiyecek-içecek, alış-veriş masraflarını düşünün, yöreye katkısını düşünün; ülkeye giren dövüzü düşünün. Yani sadece burada veren taraf da değiliz.
Şimdi gelelim işin “duygusal” boyutuna. Yıllık yarış ücreti, 13 Milyon $’dan tam iki katına, 26 Milyon $’a çıkarılıyor. Rusya’nın söylenene göre 40 Milyon $ verdiğini düşününce şanslıymışız denebiliyor ama öyle değil tabi. Bir anda ücretin iki kata çıkması, benim de içimi cız ettirdi. Az paralardan bahsetmiyoruz. Seneler sonra kaz gelecek yerden tavuk esirgenmeyebilir ama yine iki kata çıkarmak fazla. Şöyle de bir şey var; Anlaşmanın başında belki bu 26 Milyon pahalı gibi görünse de ilerleyen senelerde normal seviyeymiş gibi görülebilir. Ama buna rağmen ücretin fazla istendiği kanısındayım. Oturup ciddi bir pazarlık yapılmadı, Ecclestone’nin geri adım atması sağlanmalı, indirim sağlanmalı. Eğer fiyatın iki kata çıkarılması, gizli bir şekilde “siz artık çıkın” anlamına geliyorsa ayrı, ama öyle değilse bir yol bulunacaktır. Bay E, takvime girmek isteyen çok ülke olduğunu biliyor ama onun yanında şu sıra sıkıntılar yaşayan yerlerin olduğunu da biliyor. O nedenle hâlâ çıkmadık candan ümit kesilmez diyorum.
Yurt dışındaki forumları gezenler bilirler. Böylesi bir pistin takvimden uzak kalması ihtimali bir çok kişiyi üzmüş. Arada umursamaz olanları da var ama büyük bir çoğunluk, Tilke’nin en güzel pistlerinden birinde yarışların son bulmasına istekli değil. Hatta bir bölümü, gelecek planları arasında hem İstanbul’u gezmek hem de yarışı yerinde izlemek olduğunu belirtiyor. Açıkçası güzel bir pistimiz olduğu herkesin malumu ve Formula 1’in de burada uzak kalmamasını istiyorum. Burada güzel yarış olması için yağmur da gerekmiyor ve henüz yağmurlu bir yarış izlemedik bile.
Bu kadar söz ettik, yararından bahsettik, şöyle böyle dedik ama çözüm? Sadece hazineden para aktarmayla olur mu bu iş? O zaman sürekli zarar ederiz tabi. Peki neler yapılmalı?
Geçen sene sonlarında bir iki rakam inceledim, nasıl sonuçlar verebileceğine baktım. 2009 senesinde Türkiye’de satılmış olan araçların sayısını görünce gerçekten şaşırdım. İçindeyiz, otomotivle ilgiliyiz ama bazen işte ortada duran şeyler görülemeyebiliyor.
ODD’ye göre (Otomotiv Distribütörleri Derneği) 2009 senesinde toplam araç satışı, 369.819 adedi binek, 187.307’si ticari olmak üzere toplamda 557.126. Beş yüz elli yedi bin yüz yirmi altı.
Kaynak : TIKLAYINIZ
Bu rakamların 2010’daki durumuna da baktım elbette ve onlar daha da üst seviyede.
Binek 509.784 adet, ticari 251.129 adet, toplam 760.913 adet.
Kaynak: TIKLAYINIZ
Ülkede bu kadar yeni araç satılırken, bundan motor sporlarına katkı sağlanamaz mı? Türkiye’de çok şeyden vergi alınıyor, evet. Vergi konusunda sıkıntılar yaşanıyor, evet. Ben verginin, bana yol-su-elektrik vs olarak geri döneninden gocunmam. Motor sporlarına şimdilik -belki de geçici süre ile- yapılacak olan desteğin de arkasında dururum. Telefon faturalarımıza yansıyan, depremde yardım amacıyla konan Özel İletişim Vergisi gibi olmayacak elbette. Bir de vergi ödeyenin gözüne ve cebine batmayacak şekilde olacak. Nasıl dediğinizi duyuyorum. Mesela 30.000 TL’ye otomobil aldınız. Buna, %0,1, yani binde bir oranında motor sporları -veya adına ne derseniz- katkı payı alınırsa, hem spora destek sağlanır, hem de otomobili alanı etkilemez. 30.000 TL’de 30 TL için kim ne diyebilir. Bazılarınız biliyordur belki, otomobillerden TRT payı alınır.; daha doğrusu otomobillerde bulunan teyplerden. Yanılmıyorsam araç bedeli üzerinde -benim kadar insaflı değiller- binde 5 veya 10 gibi bir ücret alıyorlar. TRT’ye bu yolla ne kadar para aktığını, satış rakamlarına bakarak siz düşünün. Ama biz gelelim kendi konumuza. Ufak bir hesaplama ve varsayım yapalım… 2009’da daha az satış olduğundan onu esas alalım, asgariyi hesaplamış oluruz. Bir de araçların ortalama satış fiyatını 30.000 TL olarak belirleyelim. Daha yukarısı olur ama günümüz araçları düşünülünce daha aşağıda bir ortalama olacağını hiç sanmıyorum.
30.000 TL olan bir araçtan %0,1 vergi, bize 30 TL para getirir ve toplamda 557.126 araçtan 16.713.780 TL. Dolar/TL kurunu da kabaca 1.5000 dersek 11.142.520 $ olur. Vergiyi %0,1 değil de %0,2 aldığımız düşünülürse bu tutar yine kabaca 22 Milyon $ edecek. Ve biz burada hesaplamayı, çok daha fazla satışın olduğu 2010’a göre de yapmadık, TRT kadar da almadık. Otomotiv’in parası otomotiv sektörüne hizmette kaldı. Şunu da açıklamam gerek: Burada TRT neden alıyor gibi bir durum söz konusu değil, kıyaslama adına kullandım sadece.
Bu vergilendirme sistemi fikri öncelikle ülkede satış yapan, araç satarak para kazanan otomotiv sektöründen destek alma üzerinde gelişmişti. Ama böyle meblağların doğrudan istendiğinde gözde büyüyeceğini düşünerek değişik yollar aradım ve sonuç bu.
Bu sadece para kaynağı yaratır. Diğer bir konu da pistin etrafına yapılacak çeşitli etkinlik alanları. Yanlış bilmiyorsam Esenler Otogar’ın orada çok büyük bir alanda eğlence merkezi kuruluyor. Bunun, çevredeki yolların iyi şekilde ayarlanıp trafik yaratmamak kaydıyla pist civarında olması sağlanabilirdi. O olmadı. Peki. O zaman konser alanları sağlanamaz mı? Yurt dışından gelen büyük isimler, gruplar var. Kurtköy’de böyle bir çevre oluşturulabilir. Yurt dışından, mesela konsere gelecekler doğrudan Sabiha Gökçen Havaalanı’na inebilir, ulaşım sonu yaşamaz. Çevredeki oteller arttırılır, belki standartları yükseltilir ve gelir kaynağı sağlanır.
Bildiğiniz gibi testler de genelde İspanya’da yapılıyor. Neden? Kış döneminde sıcak ortam ve kuru zeminde çalışma bulma şanslarının orada daha yüksek olduğuna, tesislerin kalitesine inanılıyor. İstanbul Park’da bunlar yapılamaz mı? İspanyol pistlerden daha az para isteyeceğimiz de kesin. Yöre için de iyi olur…
Peki Formula 1 hafta sonu veya olursa diğer yarışların olmadığı bir zamanda pisti, şimdi olduğu gibi özel şahıslara kiralama yapamaz mıyız? Bu da bir gelip kapısı hem de spora teşvik, kültür oluşumuna destektir.
Öte yandan o yörede çok güzel bir karting pisti de yapılabilir. Bu projeler giderek çoğaltılıp orada bir eğlence, spor vs merkezi inşa edilebilir. Türkiye gibi bir yerde bunlar gerçekten gözde büyütülecek şeyler değil.
Daha sponsorluk konusu var. Bu sene DHL oldu. Bu da bir katkıdır. Sporun ülkede gelişimi, yurt dışında da artık “Türkiye bu konuda söz sahibi” denmeye başlandığında sponsorlar daha çok gelir, 1-2 Milton $’a da kanmayız. Öne çıkabilmek için bazı süreçlerden geçmeliyiz. Emeklemeden koşamazsınız…
Şu anda aklıma gelmeyen, aklıma gelip de burada uzun uzun yazıp sıkmak istemediğimden bahsetmediğim daha nicesi var. Herkesin de bu yönde bazı düşünceleri vardır elbette. Üst düzey yöneticilerin de akıllarına bunların gelebileceğini, belki de geldiğini düşünüyorum ama esas olan, yetkililerin bu “sporu” isteyip istemediği, geleceği görüp görmediği üzerinedir. Yani önemli olan niyet, gerisi teferruat.
Umarım son zamanda çıkan haberler, sadece bizim elimizi güçlendiren, çok da niyetli değiller şeklinde izlenim yaratıp masada koz olarak kullanmak için yaşanan gelişmelerdir. Yine umarım yarış hafta sonu veya Mayıs ay sonlarına kadar olumlu bir haber duyarız. Hakkımızda hayırlısı olsun artık…
Yarışa çok az bir zaman kaldı, etrafta hiç bir tanıtım göremiyorum. Herkes sosyal iletişim ağlarında, okullarda, çevresinde her yerde bundan bahsediyordur ama her zaman yetmediğini düşünüp fazlasını yapmaya çalışalım. Formula 1’i istiyorsak, bu sene herkesin katkısı şart.
Gökhan KAMİL
Bir yanıt yazın