Formula 1′i takip edenler, bu spor üzerine söylenen birçok özlü söze tanık olmuşlardır. “Yarış ilk virajda kazanılmaz, aksine kaybedilir”, “Yarışı birinci bitirmek için, önce bitirmek gerekir”, “İkinci, kaybedenlerin birincisidir”, “Formula 1′de her an her şey olabilir ve olur da”… Ben bu sözlerin hepsinde Felipe Massa’dan bir parça, onun sürücülük yıllarına ait bir iz buluyorum. Sauber’de başlayan çaylaklık yılından, 2008′de büyük bir acıyla kaybettiği şampiyonluğa ve Macaristan’daki talihsiz kazasına kadar Massa, bana bu veciz sözlerin bir anlamda vücuda gelmiş hâli gibi geliyor. Biraz Latin kanıdeliliği, biraz kötü İngilizce, biraz da sevimli bir gülümseme.
Formula 1 kariyerine 2002 yılında Sauber’le başlayan Massa, o zaman, F1′in bir anlamda İlhan Cavcav’ı olan Peter Sauber’in bulup çıkardığı yeni bir yetenekti. 2001 yılında Raikkonen’le yaptığını Massa ile yapmayı deneyen Sauber, ne yazık ki bu kez biraz daha dağınık bir yeteneğe rastlamış gibiydi. 2001′de özel çıkarılan lisansla yarışan Raikkonen, bir yıl sonra McLaren’e geçecek kadar güven vermişti. Massa da, her ne kadar hızlı olsa da hata yapmaya yüksek meyili nedeniyle bir yıl sonra, tıpkı Raikkonen gibi büyük bir takıma transfer oldu ancak yarış pilotu olarak değil, test pilotu olarak. Sauber, Massa’nın kariyerini berbat etmemek için onun bir yıl daha pişmesini istedi. Biliyorsunuz o yıllarda nefes alır gibi test yapılıyordu. Karşılaştırma yapabilmeniz için birkaç rakam vereyim: 2002 yılında 70, 2003 yılında da toplam 90 test oturumu düzenlenmiş. 2010 yılındaki bu sayı kaç? 4.
2003′ü Ferrari test pilotu olarak geçiren Massa, 2004 ve 2005 yıllarında Sauber’e tekrar döndü ve 2006′da kendisini bir Ferrari pilotu olarak görmesini sağlayacak performansa sahipti (Massa’nın, Ferrari’de pilot olma hırsı öyle yüksekti ki, test pilotluğu yaptığı 2003 yılında, bir hafta sonraki Almanya GP’sine gidecek olan Schumacher’in otomobilindeki son testleri yapmak için çıktığı test pistinde, o pistin rekorunu kırarak bir anlamda kendini göstermeye çalışması, test pilotlarının böyle bir zamanda böyle bir riski almalarının çılgınlık olduğu gerçeğiyle o dönemde Jean Todt’u fena kızdırmıştı ama akılda kalmasını da bir anlamda başarmıştı – Aktaran Mark Hughes, Autosport). 2005 yılında, 1997′nin “tek atımlık” harika çocuğu Jacques Villeneuve’ü geride bırakması, onun Ferrari’ye geçmesi için yeterli bir bilet olarak görüldü sanıyorum. 2006 yılında Ferrari’ye geldiğinde, Rob Smedley ile çalışmaya başlayan (ve hâlâ da onunla çalışan) Massa, Smedley’in anlattıklarına bakılırsa, çok büyük hedeflerle birlikte gelmiş. Bu hedeflerin arasında, Michael Schumacher’i geçmek olduğunu da aktaran Smedley, bunları duyduğunda verdiği tepkiyi 2008 yılının sezon değerlendirmesi sırasında şöyle özetliyor:
“Ona dedim ki, “Bak, artık Ferrari’desin. Çok büyük bir adım attın ve takım arkadaşın da 7 kez dünya şampiyonu olmuş bir pilot. Sakın otomobiline oturur oturmaz onu geçeceğini düşünme.” Sanırım çevresindekilerle birlikte onun da böyle bir beklentisi vardı ve ona, çok fazla şey umduğunu söyledim. Ona, Michael’ın hızlı olduğunu kabul etmesini, eninde sonunda onun da o kadar hızlı olacağını ve rahatlamasını söyledim. O da öyle yaptı. İlk geldiğinde, şimdiki kadar eksiksiz bir pilot değildi. Hâlâ da gelişebilir, tam olarak eksiksiz bir sürücü değil. Herkeste olduğu gibi onda da geliştirmesi gereken yerler var. Şunu da söyleyeyim: Michael’la geçirdiği sezonun sonlarına doğru gerçekten hızlanmıştı.”
Aynen öyle. 2006′nın son 5 yarışının 3′ünde pole pozisyonunu alan Massa, bu yarışların ikisini de kazanmıştı. Japonya’daki yarışı da kazanabilirdi belki, ama liderliğini Schumacher’e vererek bir anlamda 2. pilot olmanın yükümlülüğünü de yerine getirmiş oluyordu. Schumacher’in, Massa’ya yer açmak için 2006 sonunda F1′i bırakmasıyla ve beklenildiği gibi Kimi Raikkonen ile takım arkadaşı olacağının duyurulmasıyla birlikte, Massa için yeniden benzer şeyler söylenmeye başlamıştı. Raikkonen’in Massa’yı, af buyurun, havada karada götüreceği, Massa’nın bir kez daha 2. adamı oynamak zorunda kalacağı konuşuldu durdu. Bunun nedenlerini yalnızca Massa’da ve onun alametifarikalarında değil, Massa’nın Ferrari tarafından takımda konumlandırılışında da arayabiliriz.
1996 yılından bu yana Ferrari’nin 1. pilotu olan Michael Schumacher, aynı zamanda takımın bir lideri gibiydi. Hakkinen, Raikkonen, Alonso gibi birinci klasmanda olduğu -herkesçe açıkça söylenmese de- kabul edilen bu pilotlar, bir anlamda takımlarının da otomatik olarak liderleri oluyor. Hakkinen, Williams’ta yıldızı parlayan Coulthard’ı McLaren’de; Alonso, kendisinden deneyimli Fisichella’yı ve Schumacher de Gerhard Berger’i bu öz sayesinde geçtiler. Schumacher’den sonra bu bayrağın Raikkonen’e devredilmesi, bir anlamda bu liderlik görevinin Raikkonen’e verildiğinin zimnen ifade edilmesi olarak algılandı. Öyle ki o sıralarda Ferrari’nin önünde iki seçenek vardı: Alonso ve Raikkonen. Yani, Schumacher’den sonra onun tahtının azametini devam ettirecek iki üst düzey aday. Massa? Hayır, Massa bu adaylardan birisi olmadı. Öyle ki Luca di Montezemolo’nun, sırf Raikkonen’i takımın başına getirmek için Schumacher’i emekliliğe zorladığı söylenir. Yeni bir kan, yeni bir çağ için. 2006 Monza GP’sini kazandıktan sonra Schumacher’in, sevinç gösterileri sırasında Montezemolo’yu soğuk bir şekilde kucaklamasından, aslında Ferrari içinde bir “Schumacher” takımı olduğuna dair söylentiler çıkmıştı. Schumacher (=Todt) devam etmek istiyordu, ama Montezemolo da Raikkonen’i istiyordu ve Schumi, istemeye istemeye yerini bıraktı.
Peki, bunları neden Felipe Massa yazısında anlatıyorum? Kendini yanıtlayan sorudur bu aslında. Massa’nın geleceğinin, Massa’ya bağlı olmamasından kaynaklanan bir olaylar silsilesi. Schumacher, 2007′de Ferrari’de kalsaydı Massa yarışamayacaktı. Bunu Schumacher’in ağzından da birkaç kere işittik. Massa’ya yer açmak için takımdan ayrıldığını söyleyen Schumi, bir anlamda “bende daha iş bitmemişti”yi aba altından da gösteriyordu sanki. İşte o Massa; Schumacher’in velayetinde gelişen, kendini geliştiren Massa, Raikkonen ile birlikte Ferrari’nin yeni “doğan görünümlü şahini” oluyordu. 2. adam olmayacak kadar hızlı, ama 1. adam olamayacak kadar da yetkin değil. Massa’nın hikâyesi budur bana kalırsa: “İkinci, kaybedenlerin birincisidir.”
2007 ve 2008 sezonlarına çok iyi başlamamış olsa da, her iki sezonda da hatalarından ders almayı öğrenen ve bire bin katan bir Massa izledik. “Yarış ilk virajda kazanılmaz, aksine kaybedilir” şiarını bir türlü içine tam olarak sindiremeyen Massa gidiyor, yerine, günümüzün F1 sirkinde en üst basamağa çıkmak için gerekli olan şeyin “ne pahasına olursa olsun kazanmak” değil, “ne pahasına olursa olsun puan almak” olduğunu fark ediyor ve modern F1′in Keke Rosberg’leri olarak her yarıştan istikrarlı bir şekilde puan çıkarmayı sonunda başarıyordu. Her iki sezonda da, üçüncü yarışlardan itibaren formunu bulmaya başlayan ve özellikle 2008 yılında, yalnızca kazanan Massa değil, istikrarlı bir şekilde puan almayı da özümseyen Massa, bu sayede o sezonun şampiyonluğunu son saniyeye, evet kelimenin tam anlamıyla son saniyeye kadar kovalayabilmişti. Parıltılı takım arkadaşına bir yıl önce, hem de kendi evinde liderliği devrettiğinde ne hissettiyse, aynısını Çin GP’sinde Raikkonen’e, kendisine 2.’liği bırakırken hissettirmesi, en moda tabiriyle ironik bir enstantaneydi kanımca. 2008′de Raikkonen’in 18 yarışın 10′unda en hızlı turu atmasına rağmen, sıralama turlarında bir türlü lastiklerini ısıtamaması, Massa’nın 2008 yılında bu kadar öne çıkmasında önemli bir rol oynadı aslına bakarsanız. Günümüzün Formula 1′inde de sıralama turlarının hayatî bir önem taşıyor olması, Raikkonen’in, cebindeki hızı gride yansıtamamasına neden oldu. Her ne olursa olsun, Massa bu sorunu olgun bir şekilde çözdü ve 2008 sezonunda, dünya şampiyonu olan takım arkadaşlarından bir diğeri olan Raikkonen’i geçti. Şayet Timo Glock biraz daha dayansaydı, şimdi Felipe Massa’dan bambaşka bir şekilde söz edecektik. Massa’nın Formula 1′deki hikâyesinin hep başka kişilere bu kadar bağlı olması, artık bana ironi olarak da gelmiyor, bir kader daha ziyade.
Rob Smedley ve Felipe Massa, İspanya, 2007 (c) Ferrari S.p.A
Felipe Massa şu âna kadar 6 farklı pilota takım arkadaşı oldu: Nick Heidfeld, Giancarlo Fisichella, Jacques Villeneuve (1997 Şampiyonu), Michael Schumacher (7 kez dünya şampiyonu), Kimi Raikkonen (2007 Şampiyonu) ve Fernando Alonso (2005 ve 2006 Şampiyonu). Bu 6 pilottan 4′ünün dünya şampiyonu sürücüler olması, bir anlamda Massa’nın hem şansı hem de şanssızlığı oldu. Schumacher’den çok şey öğrenirken, Raikkonen’in ve Alonso’nun gölgesinde kalma tehlikesini yaşadı. Raikkonen’i bileğinin hakkıyla geçmiş olmasına rağmen, bir türlü onun yerleştiği konuma yerleşemedi. Ferrari de, Massa’yı bir türlü takımın lideri olarak görmedi. Bir dünya şampiyonunun yerine bir diğer dünya şampiyonunu alarak, Massa’ya sürekli kendisini kanıtlama zorunluluğuna itmesi, Massa’nın, F1 dünyasının “yakışıklı değil ama sempatik” sürücüsü etiketinden ve bir türlü güvenilir bir pilot olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Massa’nın sürati konusunda kimsenin şüphesi yok. Olanlar varsa aşağıdaki videoyu izleyebilir. Massa’nın sorunu, ki eğer bu bir sorunsa, “eksiksiz” bir sürücü olmaması. Benim gözümde de Massa birinci klasmandaki sürücülerin arasında değil. Bunun nedenlerini sıralamadan önce, Felipe Massa’nın yarış mühendisi Rob Smedley’in onun hakkındaki düşüncelerine bakalım:
[Videonun 1. dakikasında Felipe Massa’nın mühendisine, “Massa’da seni şaşırtan şey ne oldu?” sorusu yöneltiliyor, o da “Hızlı virajlardaki sürati,” yanıtını veriyor.]
Felipe Massa’nın şu âna kadar 11 yarış zaferi var: Türkiye (3), Brezilya (2), Bahreyn (2), İspanya, Fransa, Spa (ben bunu pek sayamıyorum), Valencia (ve Macaristan – bunu da saymayı çok istiyorum). Bu yarışlardan Türkiye (3), Brezilya (2), Bahreyn, İspanya ve Valencia’da yarışı pole pozisyonundan başlayıp kazanırken, Fransa’da ikinci cepten start aldığı yarışta ikinci sırada giderken Raikkonen’in aracının arızalanması nedeniyle, Spa’da Hamilton’ın yarış sonunda eklenen cezası nedeniyle masa başında ve Bahreyn’de de ikinci cepten start aldığı yarışta ilk virajda pole sahibi Kubica’yı geçerek birinci oldu. Kazandığını gönülden kabul ettiğim Macaristan GP’sinde ise üçüncü cepten başlamış olmasına rağmen startta Kovalainen’i ilk virajda da Hamilton’ı geçerek yarışı bu şekilde domine ederek götürmüştü. Özetle beyan edersem: Felipe Massa, şu âna kadar kazandığı yarışların tümünde ilk virajı birinci sırada dönmüştü ve bu pistler, Smedley’in vurguladığı, Massa’nın hızlı virajlardaki süratinin sonuca yansıyabildiği süratli pistlerdi. Geriden geldiği veya teknik virajların ağırlıklı olduğu hiçbir yarışı kazanamadı Massa (Macaristan’ı bir kenara ayırıyorum. O yarışta bambaşka bir Massa vardı. İlk virajdaki agresifliğini, Massa’nın kariyeri boyunca görmedim; 2007 Fuji’nin son turu hariç). Önde olduğu zaman kendine güvenen ve hızlı Massa, geride kaldığında bir o kadar dengesiz, hataya açık ve tedirgin olabiliyor. Massa bu. Önden götürmediği yarışlarda adının altını çizeceğimiz bir perfromans gösterdiği yarış çok az. Öyle ki bazen, Rob Smedley tarafından bir viraja nasıl girmesi gerektiğine dair direktif bile alabiliyor. Bütün bunlar bana, Massa’nın “eksiksiz” bir pilot olmadığını; hızlı olması gerektiği zamanlarda değil, hızlı olması olağan zamanlarda hızlı olabilen, ikinci klasmana ait bir F1 sürücüsü olduğunu gösteriyor. Ferrari’deki durum da böyle olmalı ki, ona asla liderlik görevi verilmedi. Sevdiğimiz, özdeşleşebildiğimiz, sıcak Massa; Alonso, Raikkonen, Hamilton, Kubica, Vettel gibilerinin yer aldığı birinci klasman sürücülerin arasına ne yazık ki girmiyor.
2009 yılındaki kazasından sonra, bana kalırsa Ferrari’nin büyük bir vefa ile sahiplendiği Massa’yı, 2010 yılının sonunda, Kubica gibi bir isimle ne şekilde karşılaştıracaklarını gerçekten merak ediyorum. Massa, ne yazık ki bir kez daha kendisini kanıtlamak zorunda olduğu bir sezonu yaşıyor. Ona karşı olan mesafemi korumakla birlikte, bu sevimli Latin kardeşimden tam olarak ümidimi de kesmiş değilim. “Formula 1′de her an her şey olabilir ve olur da” sözünün sahibi, efsane F1 sunucusu Murray Walker’ı yâd ederek size fısıldayayım: “Massa her an her şeyi yapabilir.”
Ali Ünal
Duyuru: Bundan sonra Ali Ünal’ın kendi sitesinde yazmış olduğu yazılar eş zamanlı olarak sitemizde de yer alacaktır. Kendisinin kişisel bir uğraş olarak gördüğü bu yazılar düzenli bir periyotta eklenmemektedir. Bu konuda sizleri bilgilendirmek istiyoruz. Bizi kırmayıp yazılarının sitemizde yayınlanması isteğimizi geri çevirmediği için de kendisine teşekkür ediyoruz.
Bir yanıt yazın