Türkiye GP'si Kanatlandı

yazar:

kategori:

Yıllardır Türkiye GP’sinin çok iyi bir piste sahip olması ve İstanbul’un güzelliği dışında başka türlü bir reklamı yapılamadığı ve bu reklamın da ancak unutulmaz bir yarışla gerçekleşeceği söylenip dururdu ve sonunda oldu. 2010 Türkiye GP’si bundan böyle hep takım arkadaşlarının kazası ve mücadelesiyle anılacaktır. İşin ilginç tarafı, son yıllarda geçişin azalması ve Türkiye’de yapılan 5 yarışın 4’ünde polden başlayan sürücünün kazanmış olması ile özellikle galibiyet mücadelesi açısından durağan yarışlara sahne olan Türkiye GP’sini hareketlendirme işi düşünüldüğü ve umulduğu gibi yağmura kalmadı. Evet yağmur ihtimali de değişebilecek durumlar açısından herkesi heyecanlandırmıştır ancak kuru bir yarışta galibiyet için yarışan ve birbirini çok yakından takip edebilen 4 araçla F1’in son yıllarda oluşan kötü imaji sanki bir anda yıkıldı. Bu da akıllara şu soruyu getirmiştir: “Nasıl oldu da araçlar bu yarışta birbirlerini bu kadar yakından takip edebildi?

Mclaren’ın yakıt yükü konusunda risk alıp belki RedBull’a oranla biraz daha hafif bir depoyla çıkmış olmasını, 30 turdan sonra Mclarenlar’la birlikte Webber’in de yakıt tasarrufu için yavaşladigini, Vettel’in bunu fırsat bildiğini, Button’ın da en azından atak yapabilecek kadar Hamilton’dan daha fazla tasarruf yapabildiğini bir kenara koyarsak, yine de 30. tura kadar yaris ilk 4’lü arasında oldukça yakın geçti. Hızlı virajlarda araç takibinin zor olduğu bir dönemde Lewis 8.virajda dahi, öndeki araçtan daha düşük yerebasma gücüne sahip olmasına rağmen, Red Bull’lardan cok fazla kopmadi. Bu durumda akla ilk gelen etkenlerden biri start-finish düzlüğü ve arka düzlüklerin neredeyse pistin 3’te 2’sini oluşturması ve bu sayede 2. sektörde 0.2-0.3 civarında açılan farkın Mclaren’ın muhteşem çalışan F-ductı ile bir anda kapanabilmesi. 2. etken olarak da çok az da olsa farklı yakıt yükleriyle mücadele ve Renault motorunun Mercedes motoruna oranla daha tasarruflu olması sonucu her tur daha fazla yakıt harcayarak daha da hafifleyen Mclaren. Bu iki etken birleşince ve tabi ki Mclaren’ın sıkı gelişimi göz önüne alınınca yakın takibin sebepleri biraz anlaşılıyor gibi. Bu da demek oluyor ki 2008’den 2009’a geçerken sözüm ona geçiş kurulu tarafından yapılan köklü değişiklikler yerine bu sezon ki gibi sadece yakıt ikmali ve daha dayanıklı lastikler getirilmiş olsaydı belki de hem göz zevkimiz bozulmayabilir hem de bu kadar para harcanmayabilirdi. Tabi ki bu seneki kuralların ne getirip ne götürdüğünü konuşabilmek için daha erken ancak İstanbul’da bu kuralların istenilen rekabet seviyesini yaratmış olabilecek atılımlar olduğunun sinyallerini aldık sanki. İlerleyen yarışlarda ve tabi ki sene sonunda daha net fikirlere sahip oluruz muhtemelen.

Gelelim takımların performanslarına: Red Bull sıralamalarda 7 de 7 yaparak en azından tek turluk performansta hala en hızlı takim olduğunu kanıtladı. Fakat bu sefer aradaki fark çok da büyük değildi nitekim Lewis Mark’in sadece 0.2 sn. gerisindeydi. Ve bu fark yarışta neredeyse kapandı. Mclaren düzlük hızıyla Red Bull’u alt etmiş fakat Red Bull hala yere basma gücü ve çekişi en iyi takım olduğundan bu farkı nötrledi. Lewis ısrarla arka düzlük sonunda Mark’ın vites kutusunda biterken start-finish düzlüğüne çıkldığında, Lewis’in son iki virajda farklı çizgilerle kerbleri çok etkin kullanmasına rağmen, Mark’ın çok çabuk hızlanabilmesi farkı ortaya koydu. Pit stoplar sonrası Mclaren ekibinin hatası yüzünden Lewis Sebastian’la baş etmek zorunda kalınca Mark biraz rahatlamış gibiydi fakat muhtemelen son birkaç yarıştır takım arkadaşının gölgesinde kalan Sebastian eline gecen fırsatı değerlendirmek isterken bana göre çok aceleci davranarak hem kendisinin hem Mark’ın hem de takımın harika puanlarının katili oldu. Ve bir kez daha geçiş yapabilmenin bir ustalık olduğunu; acemi ve aceleci hareketlerin pek çok şeye mal olabileceğini gösterdi. Evet yeteneği olduğunun herkes farkında ancak geliştirmesi gereken yönlerinin olduğu da aşikar.

Öte yandan da Mclaren’da da adeta bir geçiş dersi vardı. Button ve Hamilton iki temiz atakla harika bir düello izlettirdiler bize. Çoğu seyircinin aklında Schumi’nin podyuma çıkabileceği ihtimalini canlandırsa da sonunda bu işin içinden kazasız belasız, gayet centilmence çıkabildiler. Tabi yarış sonrası yaşanan takim emri krizlerini bir kenara bırakırsak. Button’ın neden tekrar atak denemesi yapmadığı mecburi yakıt tasarrufu olarak değerlendirilebilir. Fakat takım içinde nelerin döndüğünü tam olarak bilmemiz pek mümkün değil. Bir şeyler olduysa bile hepimizin bildiği gibi ve aynen Red Bull’un Webber’den özür dilemesindeki asıl amaç gibi korunması gereken marka değerleri, milyonlarca dolarlık sponsorluk anlaşmalarından dolayı her şey tatlıya bağlanır. Ama öte yandan takımın reklamını yapmak için de cidden eşi bulunmaz bir fırsat yaratır bu durumlar. Kanada’da muhtemelen karşılıklı barış rüzgarları esecektir. Merak edilense Kanada’da bu iki takimin pozisyonlarında ne gibi değişimler olacağı. Mclaren’ın avantajı devam edecektir, özellikle Red Bull’un F-ductı kullanmayacağı düşünülürse. Ancak bir cadde pisti olması ve Mclaren’in Monaco macerası düşünülünce de sorun yasama ihtimalleri de zihinlerde yer ediyor. Red Bull ise burada da pol alırsa artik ileriki yarışlar için pek bir problemleri olmaz gibi görünüyor.

Ferrari içinse söylenecekler ortada. Sezon başında Red Bull’la kafa kafaya olan araçta geliştirme adına sadece tek bir noktaya odaklanmaları onları bu duruma getirdi. İspanya’da düzlükte F-ducttan çok iyi verim aldıkları gözlenmişti ancak zaten dawnforce sorunu olan araç daha fazla dibe batmaya başladı. Sağlam aerodinamik gelişmeler de göremediğimiz araç Türkiye’nin tozlu yolarında kayboldu. Özellikle 8. viraj kabusları oldu. Felipe Massa’nın 3 yarış galibiyeti almış olması, bu pisti çok seviyor olmasından dolayı iyi şeyler yapacağını düşünenler için de bu hayalden öteye gidemezdi ve gidemedi de, çünkü gerçekten de limitleri belirleyen şey pilot değil araç. Fernando’nun çırpınışları da son anda maalesef ki Petrov’un güzel yarışına mal oldu. Ferrari’nin İtalyanlaşan yeni takımı işleri eski uluslararsı takım gibi yürütemiyor anlaşılan, bu da apayrı bir eleştiri konusu. Açık olan şu ki Ferrari söylediği gibi Valenciya’da geri dönemezse bu sezona havlu atacaktır. Montezemelo’nun muhteşem İtalyanlar’ı bakalım takımı sırtlayabilecekler mi, çünkü bu iş artık pilotların değil tamamen onların omuzlarında.

Mercedes gelişmeye devam ediyor, Türkiye’de Ferrari’nin önüne geçmiş gibi görünüyorlardı. Onların da dawnforce bulmaları şart ancak F-duct bu senenin temel noktası gibi, geçen sene difüzörlerde olduğu gibi. Tabi bu sitemin seneye yasaklanacağı ve yerine Kers’in geleceği düşünlürse ekstra maliyetler yine zirvede. Ancak ne olursa olsun osun takımlar bu sene bu sistemden en çok verimi sağlamak isteyeceklerdir. Mercedes de oldukça sıkı çalışmalar ortaya koyuyor bu uğurda ve özellikle sezonun sonlarına doğru geçen senenin Mclaren-Hamilton efsanesini bu sene Mercedes-Schumacher efsanesi olarak izleyebilme ümidimiz var. Ne kadar şampiyonluklar için artık geç de olsa Nico’yla birlikte Michael şampiyon adaylarından puanlar çalacaklardır. Ross’un takımı bu zevki mutlaka tatmak isteyeceklerdir. Ve şahsi olarak ben Michael’i yine öndekilere atak yaparken izlemeyi büyük bir iştahla bekliyorum. Belki Türkiye’de çok mükemmel bir performansları yoktu ancak her yarış önlere daha da yaklaşacaklarının sinyallerini az çok veriyorlar. Kanada’da durumlarının ne olacağını göreceğiz.

Renault ise Petrov’un da atılımıyla, son turlardaki talihsizliği saymazsak, Ferrarileri bu yarış oldukça bunaltılar. Ne Robert Felipe’ye ne de Vitaly Fernando’ya geçit vermedi. Böyle gelişmeye devam etmeleri belki şampiyona açısından pek bişey ifade etmeyecek onlara ama en azından Renault seneye daha iyi sponsorluk anlaşmalarıyla daha güçlü bir araç üretebilecek. Ve şüphesiz ki Ferrari’yi alt edebilmenin verdiği ekstra primler de onları mutlu edecektir, tabi Ferrari yerinde saymazsa. Türkiye’ye kadar Renault hep istikrarlı performanslar gösterdi, Kimi zaman podyumu zorlarken, kimi zaman savunma yaparken ve neredeyse her pistte iyi performanslar gösterirken, piste göre değişken performanslara pek imza atmadılar gibi geldi bana şu zamana kadar. Tek istikrarsızlık Vitaly’nin alışma sürecinden dolayıydı, bunu da atlatmış gibi görünmekteler. Bakalım Kanada’da bu istikrarı bir adım daha öteye taşıyabilecekler mi?

Son olarak seyirci sayısına değinmeden olmaz tabiî ki. Geçen senenin rakamlarının ikiye katlandığı ve bunun en önemli etkeninin Schumacher’in geri dönmesi ve şu ana kadar oluşan yakın rekabet olduğu aşikardı. Tabi ki geçen seneki ekonomik krizin bu sene aşılmış olması da bir etken. Ancak okuduklarım ve duyduklarım daha çok yabancı seyircinin akın ettiği Türkiye’den katılımın kemik kitleden ibaret olduğuydu. Aslolan şu ki bu sporu Türkiye’de sevdirebilmenin tek yolu seyirciyi piste çekebilmek, daha fazla motorsporu organizasyonunu İstanbulpark’a getirebilmek. Hatta belli zamanlarda halka sürüş imkanı tanıyabilmek de etkili bir politka olabilir. Ama en önemli etken halkın kendilerinden birini bu pistte yarışırken görebilmesi bana kalırsa. Bu da şu an için Kenan Sofuoğlu’nun yarıştığı kategorilerin piste çekilebilmesinde. Superbike için bu sene böyle bir imkan tabi ki yok ama seneye mutlaka Kenan’ı bu pistte izlemeliyiz. Daha çok karting pistleri, ralli pistleri, daha çok motorsporları okulu açılması vs. Yani kısacası Bernie’nin söylediği gibi bu kültürün gelişmesi kısa sürede olabilecek bişey olmadığından geliştirmek için temelden, altyapıdan başlanmalı, aynı Türkiye’de organize edilen diğer spor branşlarında olması gerektiği gibi. İstikrarlı başarıların tek anahtarının bu olduğunu düşünmekteyim. Yoksa küçülerin ve bizlerin sadece televizyon başından takip etmesiyle gelişebilecek bir kültür değil motorsporları kültürü. Umarım yakın zamanda bu gibi gelişmeleri görebiliriz. Evet bu sene gerçekten bir sükse yaptı Türkiye GP’si ancak kalıcı tedbirler umarım alınabilir.

 

Caner Arısüt


Yorumlar

  1. Suzuka 91 and Turkey 2010 unutulmayacak iki muhteşem yarış:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir