Ve Kepenkler İner!

 

 

 

15 Mayıs 2005 Pazar… İlk Türkiye GP’inden 3 ay önce…

Renault F1 takımı, Sultanahmet Meydanında bir etkinlik düzenliyor ve pilotlarını da getiriyordu. Neler olduğunun farkında olan-olmayan 50 bin kişilik seyirci topluluğu onların ne yapacağını görmek için gelmişti. Ne görmeyi umduklarını tam olarak bilemiyorum tabi ama bazılarından duyabildiğim kadarıyla “hiçbirşey” görememişlerdi.

“Alt tarafı bir sağa bir de sola doğru gidiverdiler işte.”

Sanırım duyduğum bu cümle neyi “görebildiklerini” açıklamaya yetiyordu. Ama “duydukları” başkaydı. Herkes, Renault’un tarihi yarış otomobilleri geçiş yaparken o eşsiz motor senfonileri, kulaklarını tıkamış olsalar bile iliklerine kadar işliyordu. Ayaklarının altında titreyen asfalt, bu insanlara garip bir heyecan yaşatıyordu. Yanlarıdaki arkadaşları ile sesli iletişim kurmaları mümkün olmadığından, bu araçların yarattığı, bedenlerini sarsan titreşimlere kaptırmışlardı kendilerini.

Bana kalırsa o gün; iyi bir gündü…

 

İlk yarışa bir ay kadar kalmışken 17 Temmuz 2005’de bu kez David Coulthard RB1 ile benim hayal ettiğim şeyi yapıyordu.

Allah’ım, Boğaziçi Köprüsü’nden geçiyordu.

Gerçi benim hayalimdeki tam olarak İstanbul’da bir cadde pisti ve Boğaziçi Köprüsü’nün piste dahil olmasıydı ama… Biliyorsunuz işte!

Tüm Redbull Racing takımı buradaydı ve aracın üzerinde de yarışta da kullanılacak olan Türkiye tanıtım logosu olan “Turkey” yer alıyordu. Dolmabahçe Sarayı’ndan başlayıp Barbaros Bulvarı üzerinden Boğaziçi Köprüsü’ne çıkan ve aynı güzargahtan geri dönen RB1 ve Coulthard’ı yine binlerce kişi izlemişti. Ancak izleyenlere göre Coulthard “nedense” oldukça “yavaş”tı. Kendileri, aynı güzergâh üzerinde 120 km\h’ı aşabiliyorlardı, Formula 1 pilotu dedikleri Coulthard bunu yapamamıştı!

 

Yurdumun güzel insanının ilk Formula izlenimleri böyle başladı diyebilirim. En çok etkilendikleri şey kesinlikle hız değildi. Üstelik kalabalık arasında araçları sadece yarım saniye boyunca görebilmişlerdi. Ama o sesler… Onlar bizim kulaklarımız için bir ilkti. Bir arkadaşım duydukları hakkında “İnanılmaz büyük ve gereksiz bir gürültü! Korkunç bir baş ağrısı sahibi oldum ve iki gün boyunca kimseyi adam gibi duyamadım!” diyordu ama saatlerce bundan bahsedebiliyordu. Çevresindekilerin de katılımıyla koyu bir Ferrari muhabbetine dalıyorlardı. Elbette, onlar adına henüz Formula 1’in kendisinden bahsetmek için erkendi.

 

Peki bunu uzun zamandır hayal eden bizler mi?

Ah, evet. Artık bir pistimiz vardı. Gittiğimizde kendimizi oraya ait hissedebiliyorduk. Hiç yabancılık çekmedik. Orada rahat ediyoruz. Orada inanılmaz pozitif oluyoruz. Orada çok büyük paylaşımlara hazırız. Orada birine “merhaba” demekten hiç çekinmiyoruz. Tanışmaktan, samimi olmaktan korkmuyoruz. Çünkü Onlar’ın ne için geldiklerini ve ne düşündüklerini biliyoruz. Paylaşacak o kadar çok şeyimiz var ki… 23 Nisan çocukları gibiyiz. Farklı ülkelerden gelip aynı şeyi yapmak üzere buluşan motorsporları manyaklarıyız. Bilenle sohbet etmeye, bilmeyene anlatmaya bayılıyoruz. Birine yaklaştığımızda ne söyleyeceğimizi biliyoruz. Hayatınızda kaç ortamda bunu yakalayabilirsiniz ki, Ora’daki herkesle ortak bir noktamız var.

İstanbul Park bize bunu veriyor… veriyordu!

Peki elimizin altındaki bu paha biçilmez paylaşım platformuna nasıl oluyorda hakettiği değeri veremiyoruz?

İlgisiz olmak? … Merak etmemek?… Ekonomi?

Eğer böyleyse icabına bakılabilir… Eğer değilse, büyük sorunun yanıtını bilmiyorum.

Bizler henüz Orta Asya’da iken büyüklerimizin bize, bir kahramanlık göstermediğimiz sürece isim vermedikleini anlatan hikayeler vardır. İsmimizi bileğimizin hakkı ile kazanmak zorunda olduğumuzu anlatan hikayeler. Yani başlangıçtan itibaren bizleri mücadeleye yönlendiren hikayeler.

Anadolu topraklarına geldiğimizde burayı yurt edinmek için türlü Türk isimleri altında derin mücadeleler verdik, büyüdük. Sonra geriledik. “Hasta Adam” dediler bize. Yine de doğrulduk ve kimsenin ummadığını başardık.

Bu satırlar elbet tarih dersi niteliğinde olamaz, sadece benim nacizane kim olduğumuzu hatırlama egzersizlerim. Bunların hepsinin doğru ve yerinde yönlendimeler sayesinde olduğuna inanıyorum. Bizler bilmediği konularda doğu yönlendirildiğinde mucizeler yaratabilen, galip gelen bir milletin çocuklarıyız. Neye kıymet verilmesi gerektiğini iyi bilen bir milletin çocuklarıyız. Düşmanına bile hakettiği saygıyı gösteren bir milletin çocuklarıyız.

Konuyu geniş bir alana dağıttım ama bahsettiğim önemli olaylar yanında, bu ülkenin küçücük motor sporları ihtiyacına da günün birinde, gereken kıymetin verileceğinden emin olduğumu anlatmaya çalışıyorum.

Sadece birilerinin göstermesi gerek!

 

Soner KÜPÜCÜ

 


Yorumlar

  1. o kepenklerın ınmemesı ıçin ne yaptınız dıye sorgulamak gerekmıyormu!! 2005 harıç butun yarışlarda trubunde yerını almış bırısı olarak, ıstanbul park a her gıttıgımde yabancı seyırci sayısı turk seyırcı sayısından daha fazla olusunu nasıl anlatmak gereklı bılemedım . Bu yuzdendırkı bırazda suçu kendımızde arayalım .

  2. Mclarenfangirl avatarı
    Mclarenfangirl

    Çok hoş bir yazı,konunun geniş alanlarda ele alınması güzel olmuş.Ne yazık ki bu atmosferi en iyi hissedebileceğim 2005 yılında orada değildim.Bir kısmımız gibi F1'i takip etmem Türkiye GP'si sayesinde oldu,yani Türkiye GP ülkemizdeki ilgiyi kuşkusuz arttırdı.Ben de ilgiyi arttırmak için her türlü çalışmaya hazırım ama gel gelelim ki sesimizi duyurmak biraz zor gibi.

  3. selahattin albayram avatarı
    selahattin albayram

    arkadaşım çok güzel açıklamışsın ilgisizliğimizin sebeplerini çünkü biz yarışıp ter ve emek dökerek kazanması unuturulmuş bir millettiz bana göre örnek vereyim:7 yıl önce çocuklarımı spor okullarına önderirken boşuna gönderiyorsun jimnastik yapacak. basket oynayacakta ne kazanacak sana ne faydası olacak diyorlardı. tekrer tşkrler çok güzel yazın için emeğine düşncene sağlık.

  4. Fernando Alonso  Diaz avatarı
    Fernando Alonso Diaz

    Daha 11 yaşımda yani 2004 yılında sonraki sene takvime Türkiye'nin katılacığını bilmeden sırf Ntv kanalı Analog uydu alıcısından izlenemediği için ancak o zamanlarda tam hatırlamıyorum ya Star Digital ya Yerel yayın olan bir yerde ya da o sene dijital yayına geçişimiz o zamana denk geldi bilemiyorum izlemeye başlamıştım Formula 1'i ve Renault aynı zamanda hep kazananın karşısındakilere olan ilgim sayesinde bir Alonso fanatiği olarak giriş yaptım ve hayatımdaki büyük bir eksik kapandı diyebilirim nedense o zamanları hatırladım birden hala o heyecan ve tutku ile aynı zamanda İstanbul'a taşındığım yıl F1'in ülkemizden ayrılmış olmasının hüznü ile bu yarışları ölünceye kadar umarım birkaç kere ya da ülkemizde dönerse defalarca canlı izlemenin keyfine ulaşabilirim…

  5. Canımızı sıkmaya gerek yok. İleride takvime tekrar gireceğine inanıyorum ama bunun için bizlerin İstanbul Park taki her aktiviteye ilgi göstermemiz lazım ve uluslararası standartlardaki yarış pistimize sahip çıkmalıyız. Gerekiyorsa Kamyon Yarışlarına bile gitmeliyiz ! Türkiye de SPOR Futboldan ibaret diye söylenenler MOTORSPORLARI nında FORMULA 1 den İbaret olmadığını aklına sokmalı. Çok merak ediyorum kaçımız 2011 ağustos eylül aylarında yapılan seyirciye ücretsiz olan Türkiye Motosiklet Pist Şampiyonası na gitti? Ben üzerime düşeni yaptığıma inanıyorum 2005 ten beri İstanbul Park 2000 den beri Hezarfen Hava alanı Motosiklet Drag Yarışları 1998 den beri İzmit körfez pisti yarışları takip etmeye çalıştım

  6. Gökhan EROĞLU avatarı
    Gökhan EROĞLU

    Doyurucu bir yazı. Ancak başlık biraz alakasız olmuş sanki.

  7. Beğendim ama geç kalmış bir yazı.

  8. okurken hissettiklerimi, kendimi buldum. ilk sene hariç her yarış yarışa giden biri olarak bu duyguları fazlasıyla yaşadım. ellerine sağlık çok beğendim ama keşke biraz daha uzun yazsaymışsın dostum yetmedi valla 🙂

  9. Henüz tamamlanmadan gördüğüm kadarıyla bile çok beğenmiştim,bir kez daha ellerine sağlık çok çok çok iyi duygularımıza tercüman olmuş.

  10. İSMAİL ÖRTLEK avatarı
    İSMAİL ÖRTLEK

    Güzel yazı olmuş teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir